24 Ocak 2015 Cumartesi

Beyoğlu Rapsodisi-Ahmet Ümit

Verdiği bilgilerle Beyoğlu'nu hiç bilmeyen birini bile canavara çevirebilecek olan Beyoğlu Rapsodisi, Ahmet Ümit severlerin keyif alacağı bir polisiye.

Beyoğlu Rapsodisi-Ahmet Ümit

Babadan kalma tekstil işini başarıyla sürdüren Selim, sigortacılık yapan ama fotoğrafçılığa merak salan Kenan ve bir baltaya sap olamayan, karısının gölgesinde ezilen Nihat, Beyoğlu'nda büyümüş üç eski arkadaştır. Açtığı sergilerin yeteri kadar ilgi görmemesi üzerine, Kenan Beyoğlu'nda işlenen cinayetleri tekrar canlandırarak fotoğraflarını çekmeye ve bu fotoğraflardan bir sergi açmaya karar verir. Gurubun mantıklı elemanı olan Selim başlarına bela getirecek bu fikre şiddetle karşı çıksa da Nihat Kenan'a destek olmakta bir sakınca görmez.

Kenana çalışmaları esnasında iki cinayet mahalli arasında bazı benzerlikler fark eder. Bunun üzerine maktuller arasında başka bağlantılar olup olmadığını araştırmaya başlar ve öğrendiği her yeni bilgi Kenan'ı hapishanedeki katillerden farklı adreslere götürür.

Arkadaşlarının hayatında meydana gelen heyecanlı değişikliklere daha fazla kayıtsız kalamayan Selim de olaya dahil olur ve üç arkadaşın Beyoğlu'nun arka sokaklarından Fransa'ya uzanacak dedektiflik maceraları böylece başlamış olur.

Beyoğlu Rapsodisi, heyecanlı, keyifli, finali itibariyle de şaşırtıcı bir roman. Polisiyeden ve tarihten hoşlanıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.

Keyifli okumalar.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Patasana-Ahmet Ümit

Romanlarında tarihle polisiyeyi son derece başarılı bir şekilde harmanlayan Ahmet Ümit, Patasana'da da şaşırtmıyor. Üç bin  yıl öncesinin tabletlere işlenen itirafları Gaziantep'de yapılan bir kazıyla aydınlığa kavuşurken, kazı esnasında işlenen üç cinayetin gizemi okuyucunun heyecanını romanın sonuna dek canlı tutmayı başarıyor.

Patasana-Ahmet Ümit

Roman bir yandan Arkeolog Esra ve ekibinin Gaziantep'te yaptıkları kazıları ve bu kazılar esnasında buldukları Patasana tabletlerini, diğer yandan bizzat Patasana'nın ağzından Patasana'nın aşkını, ihanetini ve itiraflarını anlatıyor. 

Patasana, babasından sonra sarayın yazmanlığına yükselmiş, kralın emrine girmiş ancak kralın eşlerinden birine aşık olarak büyük bir hata yapmıştır. Aşkının ve sevdiği kadını kaybetmenin ağırlığı altında ezilen Patasana çareyi, itiraflarını gelecek nesillere ders olsun diye tabletlere yazmakta bulmuş ve bu tabletleri gözlerden uzak bir yerde çok iyi saklamış ve korumuştur.  . 

Esra ve ekibi kazılar esnasında Hititlerde yazmanlık yapan Patasana'nın tabletlerine ulaşmışlardır. Bu konuda son derece heyecanlıdırlar. Zira söz konusu tabletlerin iyi korunmuş olmaları bir yana, ekibin adının dünya çapında duyulmasını sağlayacak kadar da kıymetli el yazmalarıdır. Çalışmalar devam ederken yöre halkının bazı kesimleri kazının ölüleri rahatsız edeceği gerekçesiyle huzursuzluk yaratır. Ancak Esra'nın sonuca bu denli yaklaşmışken vazgeçmeye hiç niyeti yoktur. Bu nedenle çalışmaların aynen  sürmesi kararını alır. Ancak aralarında ekip arkadaşlarından birinin de olduğu arka arkaya işlenen üç cinayet hem Esra'nın hem de ekibin  huzurunu kaçıracak, katil ise hiç ummadıkları biri çıkacaktır.

Patasana, Ahmet Ümit sevenleri memnun edecek, tarihi, polisiyeyi, aşkı, sevgiyi, ihaneti ve daha pek çok duyguyu içinde barındıran, üstelik Mezopotamyayı çok güzel anlatan şiir gibi bir roman. Mezopotamya varsa bir romanda, benim için kafadan 1-0 öndedir zaten. Bunun yanında kötülüğün, aşkın, adam öldürmenin,  intikam almanın aradan geçen yüzlerce yılda hiçbir şekilde değişmediğini anlatması bakımından da son derece düşündürücü.  Patasana'nın ağzından yazılan bölümleri çok sevdim, keşke 20 değil 40 tablet olsaydı diye de geçirdim içimden:) Ellerine sağlık Ahmet Ümit'in, size de keyifli okumalar.

1 Ocak 2015 Perşembe

22-Britanya Yolu-Amanda Hodgkinson

22-Britanya Yolu; 2. Dünya Savaşı'nın mutlu bir aileyi nasıl paramparça ettiğini anlatan, biraz sarsıcı, biraz rahatsız edici, çokça hüzünlü bir roman.


Birbirlerini deli gibi seven Silvana ve Janusz evlenirler ve mutlulukları bir bebek sahibi olmalarıyla katlanır. Ancak 2. Dünya Savaşı'nın Varşova'ya sıçraması, Polonya halkının üzerine kara bir bulut gibi çöker. Polonyalı her genç erkek gibi, Janusz da ülkesini savunmak için birliğe katılmaya karar verir ve geride karısı ve çocuğunu bırakarak evden ayrılır.

Bu ayrılık tam tamına 6 yıl sürecek ve Janusz'un isteği üzerine Silvana oğlu Aurek ile uzun bir deniz yolculuğunun ardından Londra'ya varacaktır. Janusz yeniden mutlu bir yuva kurmak istemekte, Silvana ise Aurek'in bir babaya ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Ancak aradan geçen 6 yıl, hem Janusz'u hem de Silvana'yı çok değiştirmiştir.  Birbirlerinden sakladıkları büyük sırlar ve yalanların gölgesinde eski mutlu günlerine dönmek hiç de kolay olmayacaktır.

Kitap ilginç bir anne çocuk ilişkisini anlatıyor. Aurek gerçekten insanın içini parçalayan, boğazını düğümleyen bir çocuk. Ama Silvana ve Janusz'un aç, sefil, savaşın ve yokluğun ortasında hala kendi duygularının peşine düşmesi beni nanılmaz rahatsız etti. İkisine de ayrı ayrı gıcık oldum:) Yine de savaşın sıcak çatışmalarını hiç anlatmadan savaşın farklı bir yüzünü okuyucuya sunan bu romanı tavsiye ederim.
Keyifli okumalar ve herkese bol kitaplı, kağıt kokulu mutlu bir sene dilerim:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...